Mustafa Kemal’in birinci sınıftaki durumunu en iyi nakleden arkadaşı Ali Fuat Cebesoy’dur. Ali Fuat Paşa hatıralarında Mustafa Kemal ile tanışmasını ve Harbiyeli Mustafa Kemal’i şu şekilde anlatmaktadır:
“O zamanki adı Mekteb-i Harbiyye-i Şâhane olan Harp Okulu’nun Dâhiliye Müdürü Albay İbrahim Bey, nöbetçi subaylarından birini çağırdı:
"Salacaklı Ali Fuat Efendi, sınavlarını vererek mektebe kabul edildi. Kendisini birinci sınıfın birinci kısmına götür." emrini verdi. Sonra neden gerek gördü bilmem, ilave etti:
"Fuat Efendi, Müşir Şehit Mehmet Ali Paşa’nın torunudur.” Dedem Mehmet Ali Paşa, 93 Savaşı’nda (1877-1878) Tuna Orduları Başkumandanı iken şehit düşmüştü. İçimde tatlı bir heyecan vardı. Düşlerim gerçekleşmiş, ben de dedem, babam, eniştelerim ve ağabeyim gibi asker olmuştum. Bu uğurda sarf ettiğim çabalar boşa gitmemişti. Albay İbrahim Bey’in odasından çıkarken heyecandan az daha selam vermeyi unutuyordum. Nöbetçi subayı önde, ben arkasında okulun koridorlarını geçtik. O zamanlar, öğrencilerin hafta tatilleri perşembe günleri öğleden sonra başlar, cuma akşamı sona ererdi. Bugün de cuma olduğu için öğrenciler gruplar hâlinde şen şakrak okula dönüyorlardı. Aralarında Erzincan Rüştiyesi’nden tanıdığım bazı simalar da vardı. Kendi odasına geldiğimiz zaman nöbetçi subayı, hademelerden birine:
“Birinci sınıfın birinci kısım çavuşu Mustafa Efendi buraya gelsin.” emrini verdi. Sonra bana döndü:
“Mustafa Efendi, sizden birkaç ay önce Manastır Askerî İdadisinden geldi. Çalışkan, iyi huylu ve zeki bir çocuktur. Onunla iyi anlaş.”
Kısa bir süre sonra içeriye on yedi, on sekiz yaşlarında; sarı saçlı, parlak mavi gözlü, sarı bıyıklı, pembe yanaklı, zayıfça bir çocuk girdi. Giydiği şık Harbiyeli elbisesini düzgün bedenine pek yakıştırmıştı. Vakurdu. Nöbetçi subayını selamladı:
“Emredin efendim.”
“Senin takımının birinci mangasına, sınavla Harbiye’ye kabul edilen Salacaklı Ali Fuat Efendi’nin kaydını yaptık. Alıp gidin. Kendine ne şekilde hareket etmesi gerektiğini güzelce anlatın. Askerî idadiden gelmediğini de dikkate alın.”
Sarı saçlı, sarı burma bıyıklı genç Harbiyeli ayaklarını birbirine vurdu.
“Emredersiniz efendim, başüstüne efendim.”
Sonra bana döndü. Gayet nazik bir tavırla:
"Buyurun arkadaş." dedi, "Gidelim."
İkimiz kapıdan birlikte çıktık. Yan yana yürüyorduk. Fakat kolundaki üçü kırmızı ve biri sarı olan şeridi fark edince durdum. Askerlikte kıdem ve rütbe esastı.
“Siz önden geçin çavuşum, ben sizi takip edeyim.”
Bu hitabımdan memnun oldu. O önde, ben arkada dâhiliyeden çıktık. İşte, Türk tarihine şan ve şeref veren aziz ve rahmetli arkadaşım Mustafa Kemal’i böyle tanımıştım. Üzerinden altmış küsur yıl geçmiş olmasına rağmen, o cuma akşamını hâlâ ve bütün heyecanı ile hatırlarım...
Mustafa Kemal, İstanbul’a gelerek 13 Mart 1899’da Pangaltı’daki Harp Okulu’na kaydoldu. İki ay içinde kendisini tanıtarak sınıfının çavuşu oldu.
Şimdi hatıralarıma başladığım yere, Harp Okulu’na dönüyorum. Okula başladığım o cuma akşamını hiç unutmam. Mustafa Kemal önde, ben arkada dâhiliyeden çıktık. Okulun asıl koridorundan geçerken koluma girdi:
“Önce yatakhaneye çıkalım, size yatacağınız yeri göstereyim. Sonra dershaneye gideriz.”
Yatakhanemiz, üst katta Boğaz’a bakan cephenin ortasındaydı. Burasını beğendim. Birinci katta cephesi Nişantaşı istikametinde olan dershanemiz ise, önünde aristokrat daireleri olduğu için içeriye az ışık nüfuz edebiliyordu. Bu yüzden salona "Karanlık Dershane" adı verilmişti. Mustafa Kemal:
Dershanemiz karanlık, fakat bizim yüreklerimiz aydınlıktır. dedi ve hangi okuldan geldiğimi sordu. Moda’daki Fransız Saint Joseph Lisesinde okuduğumu söyledim. Sustu, bir şey daha sormak istediğini fakat çekindiğini anladım.
Galiba, daha başka şeyler de öğrenmek istiyorsunuz.
Kararsızlığı geçmişti.
“Askerî İdadi derslerinin sınavlarını verdiniz mi?”
“Hepsinden sınava girdim. Yalnız hesap, geometri ve cebir gibi dersleri Sen Josef’te Fransızca okuduğum için bunlara ait soruların yanıtlarını Fransızca olarak vermek istediğimi söyledim. Sınav kurulu ricamı kabul etti.”
Birden elimi sıktı.
“Çok iyi, çok iyi, birbirimize yardımcı olacağız. Merak ettiğim bazı Fransızca eserleri okumak için sık sık sözlüğe müracaat ediyorum. Bundan sonra sizden yararlanmaya çalışacağım.”
Bu sırada çavuş işaretinin üzerindeki sarı şerit dikkatimi çekti. Neye delalet ettiğini sordum. Meğer Fransızca sınavına girmiş, başarı kazanmış, ondan dolayı bu şeridi de ilave etmişler. O zamanlar Türk okullarında yabancı dil öğrenimi kolay değildi. Kendi kendisine çalıştığı ve büyük çaba gösterdiği kesindi. Toplamı yedi yüz elli kişiyi bulan birinci sınıfta, kendisi gibi dil bilenlerin sayısının parmakla sayılacak kadar az olduğunu söyledi. Sonra:
Ailenizde asker var mı? diye bir soru sordu:
Ailemizin bütün erkekleri askerdir. yanıtını verdim. Memnun oldu. Biz konuşmaya devam ederken arkadan:
Fuat, Fuat! diye birisinin bağırdığını duydum. Başımı çevirdim, Mehmet Ali ağabeyim bize doğru geliyordu. Kendisine sınıfımızın çavuşunu tanıttım. El sıkıştılar. Okulun üçüncü sınıfında olan ağabeyim:
“Mustafa Kemal Efendi’yi gıyaben tanıyorum, dedi. Manastır’dan gelen arkadaşlar çok övgüde bulundular.”
Yeni arkadaşım, övülmekten utanıyormuş gibi başını hafifçe önüne eğdi ve öylece teşekkür etti.
Kısım Çavuşu Mustafa Kemal, kısımda önce Sınıf Başçavuşu Ispartalı Faik ve Ömer Abdülkadir Yanya ile birlikte birinci sırada oturuyordu. Sonra yanlarına Ali Fuat’ı da alarak dört samimi arkadaş birlikte oturmaya başladılar. Ali Fuat Cebesoy, bunu şöyle anlatıyor:
Ertesi günü derslere başladım. Birinci sıranın baş tarafında Başçavuşumuz Ispartalı Faik oturuyordu. Bu öğrenci, Bursa Askerî İdadisi’nin birincisiydi. Zeki ve bilgili bir gençti. Ne yazık ki, son sınıfta bir kazaya uğradı ve askerlikten ayrılmak zorunda kaldı. Ispartalı Faik’in yanında Mustafa Kemal ve Ömer Abdülkadir Yanya vardı. Bu kişi, Birinci Dünya Savaşı’nda Sadrazam Talat Paşa’nın yaverliğini yapmıştır. Ben yeni geldiğim için arka sıralardaydım. Fakat birkaç gün sonra durum değişti. Mustafa Kemal, Ispartalı Faik ile konuşmuş:
“Salacaklı Fuat’ı bizim sıraya alalım.” demiş, Ispartalı da bu öneriyi iyi karşılamış olacak ki, öğle yemeğinde yanıma gelen Mustafa Kemal:
“Bizimle beraber oturmak ister misiniz?” diye sordu. Çok memnun oldum.
“Siz nasıl emrederseniz, çavuşum.”
Yanıtını verdim. Öğleden sonra birinci sıraya geçtim. Şimdi sağımda Mustafa Kemal, solumda Ömer Abdülkadir Yanya vardı. Dördümüz de iyi anlaşmıştık.